3 Ağustos 2014 Pazar

Sineklerin Tanrısı


        'Sen biliyordun, değil mi? Sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun. Sizlere öyle yakın,  öyle yakın, öyle yakınım ki! Herşeyin bozuk gitmesinin nedeniyim ben. Bunu biliyorsun, değil mi?''

                               
                                                                                                     -Sineklerin Tanrısı

        14 milyar yıllık evrende var olma savaşı her dakika, her saniye en küçük atomdan en büyük gezegenlere kadar her varlıkta gerçekleşen uzun bir süreçtir. Öyle ki bokumuzun içindeki bakteri bile bu sürece dahildir. Bu süreç içerisinde yapım, yıkım, yok olma ve yoluna devam etme gibi birçok durum ihtimal dahilindedir. Fakat gel gör ki bu yarışta insandan başka hiçbir varlık, var olma kaygısının üstüne egosunu bu denli ekleyerek yıkıcı bir etkide bulunmamıştır. İşte Golding, Sineklerin Tanrısı aracılığıyla bize tamda bunu anlatmaya çalışmıştır. Roman, başlangıçta Robert Ballatyne'in yazdığı Mercan Adası'nı andırsa da, işler burada tam tersi bir hal almaktadır. Mercan Adası'nda 3 İngiliz çocuk ıssız fakat ihtiyaç duyacakları herşeyin rahatlıkla temin edilebileceği cennet gibi bir adaya düşerler ve Britanya'nın gayet başarlı minyatür bir halini inşaa ederler. Fakat Mercan Adası'nı birde askere yazılan, Normandiya çıkarmasında bulunup, tarihin en büyük savaşında, insanların birbirlerini sebebini bile bilmeden vahşice katledişini, bu doğaya ve birbirlerine karşı işlediği suçları, tahribatı ve yıkımı gören bir insanın, William Golding'in yazdığını ve Robert Ballatyne'in romanına yansıyan, Britanya Medeniyeti'nin meşru kıldığı kibri ve Britanyalı olmanın verdiği küstahlığı darmaduman ettiğini hayal edin. İşte buyrun size Sineklerin Tanrısı.

        Sineklerin Tanrısı'nın sadece bir Roman olmaktan çıkıp, imgesel öğelerle döşeli, insanlık tarihinin küçük bir zaman dilimi ve mekana sığdırılmış eleştirel ve acı bir özeti haline gelmesinin sebebi, yazarın müthiş bir biçimde kullandığı alegorik dildir. Golding, eserinde insanlığın henüz varmadığı temiz Dünya'yı, Pasifik'te bir cennet parçası şeklinde küçülterek sunmuştur. İnsanlığı temsilende bir avuç ilkokul çocuğunu musallat etmiştir bu adaya. Bildiğin Mehmet Akif Ersoy İÖO'nun derste altına kaçıran çocukları bunlar.

        Roman, tarihi tam olarak bilinmeyen bir dönemde gerçekleşen küresel bir savaştan dolayı (Yazar bu ufak detayda bile insanlığın bitmek bilmez kavgasını, yok etme dürtüsünü okuyucunun gözüne sokmaktan çekinmez) evlerinden uzaklaştırılıp daha güvenli bir bölgeye gönderilen, en büyüğü 12 yaşında olan bir grup çocuğun uçaklarının pasifik açıklarında vurulup Cennet gibi bir Mercan adasına düşmesiyle başlar. İşte yaşanan bu talihsiz olay, milyonlarca yıldır tek bir kötülüğün uğramadığı Dünya'nın, çok kısa bir süre içerisinde inanılmaz boyutlara ulaşan tahribatının başlangıcıdır(Temsili). Romanda ilk beliren karakterler iyi yönü baskın, yapılı, uzun boylu, yakışıklı cıvanımız Ralph ve herkesin dalga geçeceği(Simon hariç), ismini öğrenemeyeceğimiz akıl temsilcisi, astım hastası, tahmini 20-30 derece miyop gözlere sahip Domuzcuk olur. Ve ileride demokrasiyi simgeleyecek olan şeytanminareside burada ortaya çıkar. Domuzcuk'un verdiği tavsiye ile Şeytanminaresini öttüren Ralph, bütün çocukları etrafında toplar. Burada, Ralph liderlik yönü eksik olmasına rağmen hem fiziksel yapısı hem de Şeytanminaresinin çocukların gözündeki kutsallığı, ilgi çekici yönü sayesinde şef olarak seçilir. Burada belli kurallar konulur. Herkese söz hakkı tanınır. Dağın tepesinde sürekli diri tutulacak bir işaret ateşine karar verilir. Garip kıyafetli bir grup katolik koro üyesi çocuklar avcı, koronun lideri Jack ise avcıların başı olur. Demokrasinin ilkel halini uygulamaya sokarlar yeniden. Buraya kadar herşey çok güzel bir şekilde ilerler. Adeta Mercan Adası'ndaki gibi Yüce Britanya'nın minik modelinin temelleri atılır.  Fakat işler yavaş yavaş bozulur ve ada adeta cehennem halini almaya başlar.

        Romanı okuduğunuzu farzederek olayları sırasıyla anlatmıyorum, sadece ilgimi çeken bölümlerinden bahsedicem. Blog benim amk. Mina Urgan'ın yazdıklarını döşemişsin diyen varsa kibarca söylüyorum siktirip gitsin lütfen. Kadın kafamdakilerin yarısını yazmış zaten. Konunun detayına çok inmeden karakterlerden bahsedersek, Golding'in burada da yoğun imgesel bir dil kullandığını görürürüz. Günümüze kadar yaşamış millyarlarca insanın ve bunları birleştiren toplumun temel özelliklerini mükemmel bir şekilde analiz edip, birkaç ingiliz veledinde temsil etmek el öpülesi bir beceri gerektirir. Yazarın romanda çocukları seçmesinin sebebi ise kanımca henüz dış dünyayla yeteri kadar temas etmemelerinden kaynaklanır. Golding mümkün olduğunca saf maddeler üzerinden çalışmak istemiştir ki okuyucunun bir bahanesi kalmasın. En başta belirtmek gerekir ki bu romanda 2 karakter hariç hiç bir karakter salt iyi veya salt kötü değildir. Adeta Şeytan'ı temsil eden ve yaptığı kötülüklerden kendine veya bir başkasına hiçbir fayda sağlamayan, sadece yapmak istediği için yapan, derin bir kötülük iç güdüsüyle hareket eden Roger ve Golding'in kendisinin de belirttiği gibi Peygamberi temsil eden bir kişiliğe sahip, geleceği ve gerçeği sezebilen salt iyi Simon. Bu iki karakter insanoğlunun yürüdüğü uzun yolda en sağ şerit ve en sol şeritte ilerleyenleri temsil eden karakterlerdir. Toplumun en enderlerini bu iki tür oluşturur. Öyle ki geriye kalan bütün insanlar, Ralph, Jack, Domuzcuk, İkizler vs dinamik bir biçimde şeritlerde gezinirler. Golding, bize insanoğlunun varoluşundan itibaren temiz veya kirli olduğunu savunmaz, tam tersi kişiliğin daima kinetik olduğunu söyler. Ralph'e gelirsek adadaki iyi yönü basanlardan biridir . Lider seçilmiştir fakat bir liderin sahip olması gereken özelliklerden hepsine sahip değildir. Hitabet yeteneği zayıftır. Konuşmalarında devamlı tıkanır, gerekli kelimeyi Domuzcuk tamamlar. O olmadan doğru düzgün karar alamaz. Özgüveni zayıftır. Bir keresinde sözünü dinlemeyeceklerinden korktuğu için deniz kabuğunu üfleyemez. Eğer üfler ve çocuklar karşılık verip toplanmazsa, işte o zaman liderliğinin meşruluğunu kaybedeceğini bilir. Akıllı bir karar olmakla beraber korkak bir karardır bu. Onun da, içinde diğerleri gibi iç güdüleri arasında devamlı bir savaş hali vardır. O da herkes gibi Domuzcukla dalga geçer fakat aynı zamanda gönlünü de alır. Ralph burda toplumda iyi diye gösterebilceğimiz herhangi bir insanı temsil edebilir. Kötü, zorba, kaba kuvvet kullanmayı seven, etrafındakileri hor gören fakat salt kötü olmayan en belirgin karakterse Jacktir. Çevresini çabuk etkileyebilir, kısa bir süre içerisinde kendisine yandaşlar, fedailer bulabilir. Avcılık merakı, sorumluluklarını yerine getirmemesi, daha sonra topluluğu ikiye bölecek ve sonun başlangıcını hazırlayacaktır. Domuz avında Jack'in yavru bir domuzu öldürememesi, içinde şefkatin az da olsa yer edindiğini, fakat bir dahaki karşılaşmalarında onun avlama isteğinin (ne kadar et yemek için olduğunu iddia etse de bunun sadece egosunu tatmin etmekten ileri geldiğini rahatlıkla anlayabiliyoruz), kan akıtma merakının içinde kalan bir nebze iyiliği öldürmeye başladığını görebiliyoruz. Burada Jack'in rolü faşisti, zalimi adeta Cengiz Han'dan Saddam'a kadar gelmiş geçmiş bütün zorbaları oynamaktır. Fakat ilginç bir detaydır ki aynı zamanda Jack'te Cengiz Han da Hitler de yaptıkları bütün kötülüğün arkasında iyiliğin olduğunu düşünürler. Yaptıkları her ne kötülükse bunu kendi halklarının ve ya insanlığın iyiliği için yaptıklarını düşünerek yaparlar. Aynen Hitler'in Yahudi'leri  yeryüzünün tümörü olarak görüp insanlığa hizmet ettiğini sanması gibi Jack'te adadaki çocuklar için en iyisini düşündüğünü zanneder. Aynı zamanda her faşist gibi düşmansız var olamaz. Hitler'in Aryan olmayan hayali düşmanlarıyla, Jack'in hayali düşmanı Canavar arasında hiçbir fark yoktur. Düşman yok olursa kendilerine ihtiyaç kalmayacak ve onlarda yok olacaklardır.

        Roger'a gelirsek eğer, domuzun makatına mızrağını saplamasıyla kötülük bakımından Jack'ten tek farkının amaçsız bir kötülük olduğunu görebiliriz. Bu özelliği ile Jack'in bir numaralı sağ kolu olur zaten. Kitabın çevirmeni Mina Urgan'ında bahsettiği gibi yazar bir bölümde Roger gibi salt kötü üzerinden kanunların kötü içgüdüyü bastıran yaptırıcılığının etkili fakat kalıcı olmamasına değinir. Roger'ın yüzen bir çocuğa taş atmasını, fakat bilerek değdirmemesini bilinç altında gezinen, geçmişten kalan gereksiz bir kanun korkusuna bağlar. Fakat bu insan elinden çıkmış aciz kanunların, etkisini kaybettiği sınırlar içerisinde ne kadar dayanıksız olduğunun çok önemli bir örneğidir Roger. Yasalar, toplumun vicdanına seslenmediği sürece, kalıcı bir rehabilitasyon bırakamayacaktır ve sonuç olarak denizde yüzen çocuğa taşı atmaya çekinen kötülük makinesi Roger, belli bir süre sonunda yasaları bilinç altından silerek aklın temsilcisi Domuzcuk'un üstüne doğru kocaman bir kayayı yuvarlayacak ve beraberinde demokrasinin ilk ve son simgesi olan şeytanminaresini toz duman haline getirirken hiç tereddüt etmeyecektir.

Simon'ın kendi halkı tarafından katledilişi
Simon'a gelince, kitapta inançlı bir Hristiyan olan Golding'in dini vurgusunu görüyoruz. Olayları önceden tahmin etmesi(Ralph'e onun kurtulacağını söylemesi), diğer çocuklar tarafından (Ralph ve Domuzcuk dahil) kafadan kontak yaftasının yapıştırılması, Domuz başıyla girdiği diyalog(Bana Tutku filmindeki İsa'nın Şeytanla olan diyalogunu anımsattı), gerçeği(Canavarı) cesurca araması ve aslında gerçeğin ne olduğunu da içten içe bilmesi('Bizden başka canavar yok belki de'), gerçeği öğrendikten sonra bunu diğer çocuklarla paylaşmaya giderken ölmesi ve sonsuz iyiliği, onun İsa'yı temsil ettiğini bas bas bağırır romanda. Golding, aynı zamanda aklın ve bilimin, insanoğlunu içinde bulunduğu karanlık kuyudan çıkarmaya yetmeyeceğine inanır. Bundan dolayıdır ki romanda gerçeği arayan, canavarın gerçekten var olup olmadığını öğrenmek için çabalayan ve öğrenen tek çocuk Simon'dur, aklı temsil eden ve yaşamın bilimselliğinden bahseden Domuzcuk değil. Fakat yazar burada bilimi küçümsemez, sadece gerçeğe ulaşma yolunda eksik görür, biryerde tıkanacağını düşünür. Ki romanda adanın cehenneme dönmesi sürecinde ölen iki karakterden biri de Akıldır. Romanda dini sembollerden bir tanesi de büyük dinlerin hepsinde var olan Cennet'ten Dünya'ya kovulma hikayesidir. İmgeler üzerinden gittiğimiz zaman gökten uçakla düşen çocukların kendi cennetlerini cehenneme çevirmeleri pekala Adem ve Havva'nın Cennet'ten kovulmasına benzer.
.
  Diğer karakterler gelince, yönetilen, herkes gibi içgüdüleri arasında savaş veren, her gün işe giden, işçi olan, patron olan, yüzyıllar önce gladyatörlerin, günümüzde arenalarda boğaların, adada ise domuzların kanının dökülmesinden zevk alarak oyalanan, birilerinin emrinde sorgulamadan koşturan, savaşan, ölen, öldüren kesim. Bir binanın yapı taşlarını oluşturan bu tuğla yığınına büyük eleştirilerden birini ilk bölümde, henüz lider seçiminde getiriyor Golding. Çocuklar hiçbir sebep gösteremeden, sadece karizmasından  ve elindeki mistik etkisi olan denizkabuğundan dolayı Ralph'e oy vermeleri, demokrasinin aynı zamanda bir avuç aptalın elinde ne kadar elverişsiz ve tehlikeli olabileceğine yönelik büyük bir eleştiridir. Burada Ralph'in tehlikeli biri olduğunu söylemiyorum ki zaten bunu söylemek aptallık olur. İyi bir lider olmayabilir fakat iyi bir yöneticidir Ralph. Fakat çocukların Ralph'i sadece akla mantığa sığmayacak sebeplerden dolayı lider seçmiş olmaları, bir nevi rus ruleti oynamalarıdır. Bir toplumda oy veren her bir bireyin aslında akıllarıyla değil, bilinç altında yatanlarla hareket etmelerinin imgesel bir örneğidir adadaki bu seçim.
     
        Golding'in vurgulamak istediği bir diğer nokta ise hükmetme, yönetme, tanrı rolünü üstlenme isteğinin bütün insanların içinde yattığıdır. Adada Jack ve Ralph'in iktidar savaşı bir yana, küçük çocuklardan olan Henry bile sahilde küçük böcekleri, kazdığı bir kuyuya kapatmanın, onlara açtığı kanallarla yön vermenin, onlara nutuklar atmanın, denetimi altına almanın, kendince onları yönetmenin anlamsız sevinci içerisindedir. Eğer Henry karakterini günümüz toplumunda herhangi bir zulüm görenin veya haksızlığa uğrayanın kalıbına dökersek, yazarın ne kadar haklı bir eleştiride bulunduğunu farkedebiliriz. 'Acaba kaç Mazlum, Zalim'in imkanlarına sahip olupta zulüm etmeyecek?' sorusunu akıllara getiriyor Golding. Yani mesele Jack'te değil. Jack sadece zulmün, hükmetme isteğinin vücut bulmuş hali.

  Kitapta ki ayrı bir ironi ise Simon, Domuzcuk ve Ralph'in işler bozulmaya başladığında kendi aralarında geçen 'büyüklerin yokluğu'na edilen sitemdir. 'Büyükler olsaydı şöyle iyi olurdu, onlar sorunlarını çay içerek muhabbet ederek çözerlerdi, kavga etmezlerdi, medenice davranırlardı'  demeleri, sanki adadaki gerilimin onların çocuk olmasından kaynaklandığı izlenimi verir. Halbuki bu ıssız adaya düşmelerinin sebebi, büyüklerin sorunlarını beraber çay içip konuşarak değil, şiddete sarılarak çözmeye çalışmaları ve bu nedenle patlak veren atom savaşı çocuklarının güvenli bir bölgeye taşınmak zorunda kalmalarıdır. Aslında bütün bu olanların sebebi Ralph'in babası ve Domuzcuk'un teyzesinin sorunlarını nükleer silahlarla çözmeye çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

        Peki nedir bu Sineklerin Tanrısı denilen şey? İbranilerin eski bir Tanrısıyken Hristiyan inancında Lucifer ile birlikte Cehennemi yöneten Beelzebub denilen şeytani bir figürdür Sineklerin Tanrısı. Gözleri sinek gözü şeklindedir ve aynı zamanda böceklerin Tanrı'sıdır. Yani mitolojiye göre Şeytan diyebiliriz kısaca. Romandaki rolü ise çok derindir. Simon gerçeği aramak üzere Canavar'ın yolunu tutar. Fakat Canavar'a varmadan önce Jack ve kabilesinin Canavar'a sundukları mızrağa saplı domuz başına rastlar. Çürümeye yüz tutmuş, etrafında sineklerin uçuştuğu bir domuz başıdır bu. Simon, kendi iç dünyasında domuzla diyaloga girer. İşte burada domuzun görevi Sineklerin Tanrısı'nı, yani Şeytan'ı oynamaktır Golding'in dünyasında. Simon'u gerçekten uzak tutmak ister Sineklerin Tanrısı. Onu, hakikati aramaktan caydırmaya çalışır çünkü adadaki varolan bütün kötülüğün kaynağı aslında hiç var olmayan Canavar'dır. Canavar'ın avlanıp öldürülecek bir şey olmadığını söyler Simon'a. Aslında Şeytan içlerindedir, cahillikleridir, korkularıdır. Jack ve hayali Canavar bir nevi iş birliği içerisindedir. Jack'in tahtını koruyan çocukların Canavar'dan korunma istekleridir(Hitler, 1.Dünya Savaşı'nı kaybetmelerinin suçunu Yahudilere yüklemişti). Çocuklar hayali korkularının, Canavar'ın aslında bir hiçten ibaret olduklarını anlarlarsa, asıl Canavar olan Jack'in iktidarı sarsılacak, kötülük son bulacaktır. Gerçek bilinirse, Sineklerin Tanrısı yok olacaktır. Simon'un dediği gibi tek canavar kendileridir.

                                       ''Bu Dünya ne sana, ne de bana kalmaz''
                                                                    -Jim Morrison

Ağlama iki gözüm
        Ve can alıcı son bölüm. Ralph'in vahşilerden kaçarken bir anda kendini bir Tanrı gibi beliren deniz subayının ayaklarının dibinde bulması, bu cennet yavrusu adayı cehenneme çeviren insanoğlunun çevresindeki bütün varlıkları yok ederek göçüp gittiği kısım. Sembolik ölüm. Bir nevi kıyamet günü. Okuyucuya ve adadakilere, bu günahları işleyenlerin, sadece yaşları 6 ila 12 arasında değişen bir avuç 'çocuk' olduğunu saniyeler içerisinde hatırlattığı, bu kabustan uyandırdığı o an. Eski arkadaşlarının kellesini bir mızrağa saplamak için bir ormanı ateşe veren ve çıldırmışçasına koşturan çocuklara kendi kendilerine ''Ne yapıyoruz amk?'' diye sorduran o an. Henüz çocuklardı fakat Domuzcuk ve Simon'u kendi elleriyle öldürmüşlerdi, Ralph'i de avlayıp kafasını kazığa geçireceklerdi. Okuyucuyla birlikte bütün çocuklar ne zaman bu kadar zalim olduklarının farkına varırlar. Neler yaptıklarının utancı içerisinde Jack dahil herkes başını eğer. Hüngür hüngür ağlamaya başlarlar. Birazdan beraber bir gemi veya helikoptere bindirilecekler, Jack'in suratında o arkasına saklandığı, yaptığı bütün kötülükleri üstüne yığdığı maskesi temizlenecek,  Ralph'in bu dünyada çektiği acılar bitecek, diğerleri ise yaptıkları günahların bedelini kendi içlerinde ödeyeceklerdi. Bu adadaki süreleri artık tükenmişti. Sİmon'ın dediği gibi, geldikleri yere aynen geri döneceklerdi.

                               
                                                                             Kendal Erincik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder